Evrenin Suyuna Giden Tasarım’da Nurhan Keeler ile enerji mimarı, Diyarbakır ve Bursa Güneşevi projelerinin de mimarı Çelik Erengezgin ile sokağın yaşamımızdaki yeri, sokakta birlikte kuracağımız ve içinde birlikte yaşayacağımız anonim mekânlar ve biraz da kalıcı tarım hakkında sohbet ettiler.
Dinlemek için:
İndirmek için: mp3, 26 Mb.
21 Temmuz 2011 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.
Sokağın Gücü
Sokaklar.. Ömrümüzün yükünü taşıyan sokaklar. Evi olmayana ev, dostu olmayana dost. Kentlerin yüzü, karakterinin aynası, kestirme yollarımız. Bazen çıkmazda, bazen kavşakta, bazen koskoca bir meydanda son bulan sokaklar. Hayatın gerçekleri gibi...
Nerede iken içindeyiz? Sokakta mı yatakta mı? Yaşam sokaklarda mı akar, mutfakta mı? “Allah insanı sokakta bırakmasın!”da bir deyiş, “Yolsuz yordamsız bırakmasın!” da, “Sokağa çıkacak yüzü yok!” da.. Bence bu iç içelik hep sürecek. Sokak yadsınamaz, gücü inkâr edilemez. “Sokağa sahip çıkmak” da daima hedef olacak o yüzden.
İşte bu sebepten, benim de hedefim daima “halk” ve hayalim halkın, hiçbir kimlik kaygısı olmadan “sokakta” buluşması, sadece doğrunun peşine takılması oldu. Ve bundan böyle, ikna edilmesi gerekenin sadece onlar olduğunu ve bu yüzden de, sadece laf üretmek yerine içinde yaşayabilecekleri mekân ya da alan üretmenin çok daha kestirme yol olacağını söyleyip duruyorum..
Anonim mekânlardan bahsediyorum. İsimsiz.. Sokaktaki insanın, hayallerinin peşine takılabileceği, çocukların kendilerini özgürce ifade edebileceği, ev hanımlarının ütüyü nasıl yaparsa daha az enerji harcayacağını ve karşı komşunun sağlıklı yemek tariflerini öğrenebileceği, fonksiyon şemasını, orayı sahiplenen insanların tanımlayabileceği ve değiştirebileceği, sadece asgari yaşam gereksinimlerine sahip tanımsız mekânlardan...
Deprem ülkesi miyiz? Evet.. Deprem haberi geldiğinde ya da daha önce kendisi geldiğinde halk nereye kaçacağını biliyor mu? Hayır. Zaten böyle bir yer var mı? Yine hayır. Kriz ya da afet merkezleri genelde kentin bir ucunda mıdır? Evet. Yani oraya ulaşabilme şansımız dahi olmayabilir mi? Yine evet.
O zamaaan, şu filmi başa alalım. Önermeye çalıştığım mekân; ahşap çatkı olsa, yani depremde yıkılma riski hiç olmasa, kendi enerjisini üretebilecek donanıma da sahip olsa... Yani ısıtsa, soğutsa aydınlatabilse. Şöminesi, ocağı, ne gaz ne de elektrik istese. Yani depremde alt üst olma, hatta yangın çıkarma ihtimali çok yüksek olan elektrik ve doğal gaz şebekesine bağlantısı bile olmasa, yani orada her koşulda hayat devam edebilse! Fena mı olur? Her mahalle ünitesine birer tane gerekmez mi böyle bir anonim halk yapısı?
Deposundan çıkarılacak portatif yataklar, depremde sığınma merkezi haline geliveren o yapıda asgari konforu hemen sağlayacaktır. Kimse Kızılay’ın yolunu gözlemeyecektir. Böyle bir geceleme olanağının üç beş yataklık daimi versiyonu ise her Allah’ın günü deprem yaşayan vatandaşlarımızın sığınabileceği dost kapısı haline getirecektir o mekânı..
Kimler, nasıl, neyle becerir bu organizasyonu. Kaynak nasıl bulunur? Elbette bunlar, apayrı bir sosyal dayanışma ve beceri konusu. Biraz da mahalli idarelerin el atması gereken, ama ceberrut mal sahibi gibi davranmadan, belki de oluşması gereken halk konseylerine yönetimsel destek mesafesinde durarak.
Halkın, kendisini idrak edebileceği yegâne platformdur sokak. Fakat gücün karşılığının sadece şiddet olarak algılanması çok üzücüdür. Asıl güç tezahürü, sevgi, heyecan ve katılım yaratan bir düşüncenin etrafında oluşan oğul’dur. Kaç yeni kovan’a vesile olacağı ise hiç belli olmaz. Önce canını kurtarır, sonra hayallerini. Bir ülkenin kendisini güvende, paylaşımcı bir eşitlikte ve her türlü kimliğini ifade özgürlüğünde hisseden halkı, terörü sona erdirecek en etkin güçtür.
Evdeki insan, televizyonla başlayan zihinsel işgalin, gazetelerle devam eden kavramsal kargaşanın ve elbette yaşam kaygısının eve taşıdığı ağırlığın altında adeta kendi evinde zihinsel bir tutsaktır.
Bilinçli ya da bilinçsiz programların, sevgi, güven ve aile duygusunun dibine yerleştirdiği dinamitlerin etki alanındadır. Hayat bazen bir yarışma, bazen hiç tanımadıklarının dedikodusu, bazen bir diziden ibarettir.
Nitelikli okuma yazma oranı dikkate alındığında, kitaplarının onu taşıyacağı “özgürlük”, esamesi okunmaz bir ihtimaldir. Tek çıkış yoludur sokak!
Bir futbol paranoyasının peşine kolayca takılmasının nedeni de sanal bir özgürlük arayışıdır gerçekte. Bence ne mutlu ki perde arkası gözüktükçe, o işin aslında spor adına değil, kazanç adına kurgulanmış bir ticari tezgâh olduğu anlaşılmakta. Belki bir gün, aniden içi boşalan futbol balonunun yerini bir başka mit alacak. O gün, orada olmayı beceremez isek o tezgâh daha çook çorap örecek milyonların başına.
Toplumsal devinim duraksamaz. Bir ihtiyaçtan doğar. Mutlaka zeminini yaratır ve yolunu açar. Akmakta olan nehrin kendi yatağını açtığı gibi... Bir sokak şarkıcısı aralar kapıyı, bir klarnet eşlik eder yan mahalleden, koca coşku kaplayıverir ortalığı. Hiç tanışmamışların düşleri kavuşur gökyüzünde.
Sokağın organize olma talebini ilk karşılayan mekân kahveler olmuştur. Tarihi süreçte, nerede ise 2000 yıldan beri bilinen kahve, 16. Yüzyılda Osmanlı’da ve yüz yıl sonra da Avrupa’da mekân bulmuştur. Yemen’den kahvenin gelmesi, yani “kahve bahanedir,” maksat buluşmaktır, sosyal paylaşımdır. Bir arada olmanın, diğer deyişle gücün idrakine ve tezahürüne mekân arayışıdır. Bugünkü internetin, modemsiz ve kablosuz çözümüdür. Yüzyıllardır, kulaktan kulağa, kahveden kahveye ulaşır tüm bilgiler. O günün olduğu gibi, bugünün de “sosyal medya”platformudur kahvehaneler.. Kahveden, kafeye geldik sadece... İçerik değişmedi.
O yüzden bendeniz, meclisteki konuşmalardan çok kahvelerdeki yorumları merak ederim. Bir konferansımdan ya da radyo televizyon programından sonra, üniversitedeki öğretim üyelerinin değil, sokaktaki vatandaşın fikrini öğrenmek isterim. Pazarda “Seni dün izledik,” diyen tanıdık bir esnafın yorumunu can kulağı ile dinlerim. Toplumun nabzı oralarda atmaktadır çünkü. Hedef halktır. Halk sokaktadır ya da dinlenirken kahvede, çay bahçesinde. Alışveriş ederken pazardadır. AVM’ler mi? Halk için seyirliktir sadece, belki de ucundan tadımlık. Dikkatini toplayan değil, aksine, dağıtandır ve ayrıştırandır büsbütün. Bir toplumun kendisine yabancılaşması için en başarılı araçlardır.
Belki de, halkın kendisini ifade edebileceği, ama yabancılık hissetmeyeceği, sokağın uzantısı olacak yeni mekânlara ihtiyaç var. Halkevleri doğru bir girişimdi.. Halkın gücünü kontrol edememe endişesi ile kapatıldılar. Benzer girişimler, cesur girişimciler bekliyor bence.
Ne zaman ki bu gücün aslında, ülkenin ve giderek devletin gerçek gücü olduğu idrak edilir, onu yönlendirmeye değil, onun yönlendirmesine kapılar açılır, işte o zaman meydan gümbür gümbür gümbürdenir. Dünya duyar ve dinler o sesi. Apaydınlığa dönüşür alacakaranlık.
Belki bir sokak, belki bir halk meydanı, belki koskoca bir yapı. Yeter ki “geçerken uğradım” rahatlığında olsun. Başım darda iken “açıkta kalmam” güvencesi versin. Kesintisiz, kısıntısız, korumasız, bürokratik kasıntısız.. Ve 7/24!
Kentsel planlama, mimari çözüm, yerel destek... Her ne lazım ise, kime görev düşer ise.. Sıvamak gerek kolları..
Evet, böyle bir oğul şansının kaç yeni kovana vesile olacağı hiç belli olmaz!